Bisiklet sürmek politik bir eylem midir sorusunu İran penceresinden yanıtlamak istiyorum. Önce kendi ailemden başlayıp sonra toplumun içinden geçerek politikanın en tepe noktasına kadar varmayı amaçlıyorum.
İran’da yaşadığım yirmi üç yıl boyunca bisiklet kullanmadığım bir dönemi de bisiklete binmeyi nasıl öğrendiğimi de hatırlamıyorum. Bisiklet benim için bir oyuncak değil; kaçmak, kaçamak aracıydı. Aileden, mahalleden, zincirlerimden kaçmak…
Ailem bana hiç bisiklet almadı; zaten benim de böyle bir talebim olmamıştı. Küçüklüğümde ablamdan kalan bisikleti, büyüdüğüm zamanlarda da abime alınan ama hiç kullanmadığı pembe bisikleti kullandım. Annemle babam bisiklet sürmemi destekliyorlardı; ama sürekli, “uzağa gitme, gözümüzün önünden ayrılma” diye öğüt vermekten de vazgeçmiyorlardı. Bense çoğu zaman onları dinlemez, gözlerinin önünden kaybolup kaçamaklar yapardım. Benim için bisikletli olmak özgür olmayı gerektiriyordu.
Bisikletin oyuncak olmadığını ancak dokuz yaşıma girdikten sonra; yani şeriata göre artık tomurcuk memeli bir kadın sayıldıktan sonra iyice kavradım. Yaşıtlarıma kıyasla daha uzun ve iri olmamsa dezavantajımdı, çocuk olduğuma kimseyi inandıramıyordum. Ancak on iki yaşıma kadar direnebildim, sonrasında tesettürle bisiklet kullanmak zorunda kaldım.
Toplumun bisikletli kadına bakışı ağırlıklı olarak iki şekildeydi; “Keşke selenin yerinde olsam” diyen, yıldırma politikasının bir parçası olan tacizci erkekler, diğer tarafta da alkışlayan, bravo diyerek teşvik edenler. İkinci kesimin sayıları, birinci kesimin ise yarattığı travma fazlaydı.
80’li yıllar rejim değişikliğinin sancıları ve savaşla geçmişti. Herkesin can derdinde olduğu yıllarda kadınların sesi duyulmuyordu. Savaş sonrasında kadınların sosyal istekleri yavaş yavaş yükselmeye başlıyordu.
Tamamen şeriat sisteminde yetişenler yani benim gibi 1979 yılındaki rejim değişikliğinden sonra doğanlar artık ergendi. Yeni bir nesil geliyor, gençler baskıya direniyordu. Bisikletin kilidi cehennemin anahtarıyla açılıyor olsa da açmaya kararlı kadınlar geliyordu. Dolayısıyla artık sadece kadınların kılık kıyafeti değil bisiklete binmeleri de siyasetin odağındaydı.
Kadınların bisiklete binmelerini yasaklayan bir kanun olmadığından yasak değildi; fakat serbest de denilemezdi. Polis bisikletli bir kadın gördüğünde durdurup bir dolu onur kırıcı şeyler söyledikten sonra gitmesine izin veriyordu; yani polis marifetiyle bisikletli kadınları yıldırma politikası icra ediliyordu.
Bense işin eğlencesinde; polislere görünüp kaçıyor, onlar da bazen uzaktan el sallayarak tehdit ediyor, bazen de arabayla peşime düşüyorlardı. Bir kez araçla hızlıca yanımdan geçerken beni yol kenarındaki üstü açık pis su kanalına ittikleri de olmuştu. Böylesi güçlüklerine rağmen kısıtlı da olsa bisiklet sürmekten hiç vazgeçmedim.
İstanbul’a taşındıktan sonra 2012 yılında ilk bisikletimi aldığım gün, o zamanlar daha sakin olan Moda sahilinde giderken rastladığım motosikletli polisten hızlıca kaçmaya başladım. Bunu fark eden polis hemen hızlanıp yanıma geldiğinde daha da hızlandım. Sanırım beni suçluya benzetmediğinden durdurmayıp eğlenerek benimle yarışa girince o an İran’da yaşamadığımı, İstanbul’da bisiklet sürmenin suç olmadığını hatırladım…
Şimdi de politikanın bisikletli kadınları ne kadar yorduğunu birkaç örnekle anlatayım;
90’li yılların başında, Kiş Adası’nın bazı bölgelerinde kadınların bisiklet sürdüğüne dair haberler yayılmaya başlayınca dönemin reformcu cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani, bisiklet de dahil olmak üzere kadınlara yönelik kısıtlamalara ilişkin, “Ülkemizde kız çocuklarının ve kadınların örf ve adetlerden dolayı bazı kısıtlamalara tabi tutulmasından üzüntü duyuyorum. Kızların da spor yapabilmeleri için kızlarımdan birini görevlendirerek kadınlar için ayrı yerler yapılması, spor yapabilmeleri, bisiklet sürebilmeleri için uygun ortamlar hazırlanması talimatı verdim”, diye bir konuşma yaptı; fakat kadınların kamusal alanlarda bisiklet sürmeleri konusuna değinmedi. Sonrasında bu tartışma, kızı Faize Haşimi Rafsancani’nin kadınların bisiklete binmesiyle ilgili beşinci parlamento seçimleri arifesinde söyledikleriyle iyice alevlendi ve ona yönelik saldırılar başladı. Hizbullahçı gazeteler Faize Haşimi Rafsancani ve Kadınların bisiklete binmesine karşı sert yazılar yayımladı. O dönemde Hizbullahçıların en yaygın sloganı, “Deveci Ayşe, Bisikletçi Faize” olmuştu. Bu arada Tahran Belediyesi’nin Çitger Park’ında kadınların bisiklete binmesine yönelik hazırlanan projeleri de Hizbullahçıların saldırıları nedeniyle iptal edildi.
1996 yılında muhafazakâr bir milletvekili meclis kürsüsünde, “İslam dünyasının merkezinde, sokakların ortasında bisiklet seleleri üzerinde genç kadın ve kızları sergilemek istiyorlar” dedi.
1996 yılında İran’ın politik ve dini en üst makamında bulunan Ayetullah Ali Hameneyi, “Sokakta bisiklete binen Tahranlı bir kız, Çinli kıza benzemez. Eğer Mao döneminde, hatta ondan sonra şimdiki dönemde de Çin’e gitmiş olsaydınız kadın/erkek farkını anlayamazdınız. Bir Çinlinin kadın ya da erkek olduğunu söylemek kolay değil, kıyafetleri bile aynı. Dikkat çekici değiller” diyerek tartışmalara son noktayı koydu.
21. yüzyıl başladığında da kadınların bisiklet sürmesiyle ilgili adli makamların kararları haber konusuydu.
2000 yılında Yargıtay, “kravat takmanın, kadınların ana caddelerde bisiklete binmesinin ve erkeklerin saç modellerinin ceza kanunlarında yer almaması nedeniyle söz konusu fiillerin hukuken suç sayılmadığı” kararı aldı.
2007 yılında Fars Haber Ajansı, bisikletçinin vücudunun yarısını örten ve “İslami bisiklet” olarak adlandırılan kadınlara özel bir buluştan bahsetti. Bu haber ilerleyen yıllarda başka şekillerde de tekrarlandı; ancak tasarlanan bisikletlerin görselleri sosyal medyada alay konusu oldu.
2010’lı yıllarda “Dumansız Günler” projesiyle kadınların bisiklete binmesi yeniden gündeme geldi. Tahran Belediye Başkanı ve bazı hükümet yetkililerinin kadınların bisiklet sürmesinin kanunen yasak olmadığı açıklamalarına rağmen Tahran, İsfahan ve Merivan gibi şehirlerinde kadınların da katıldığı birçok aile bisiklet programı iptal edildi.
2016 yılında İslam Cumhuriyeti lideri Ali Hameneyi bir fetvayla, “Kadınların halka açık ve namahremin bulunduğu yerlerde bisiklet sürmesinin haram olduğunu” ilan etti.
Son yıllarda İran’ın farklı illerindeki adli makamlar bisiklet süren kadınlar aleyhine kararlar verdi; ancak İran Yargıtay Sözcüsü, “kadınların bisiklet sürmesinin Şeriat kurallarına uygun olması halinde yasak olmadığı” açıklaması yaptı. Böylece kadınların bisiklet sürmesi kararı adli makamların insafına kalıyordu.
İran İslam Cumhuriyeti liderinin yetkili temsilcileri olan Cuma imamları da liderin sözlerini gerekçe göstererek kadınların bisiklet sürmesine karşı vaazlar veriyorlardı.
Meşhed Cuma İmamı bir hutbede, “Genç bir kadın, binlerce genç öğrencinin gözleri önünde bisiklete binerse, gençlerin cinsel içgüdülerini ateşler ve Üniversiteyi fesat merkezi haline getirir. Biz bu hakikati sadece engellemekle yetinmeyecek, bununla mücadele de edeceğiz” dedi ve Meşhed’de kadınların bisiklete binmesi yasaklandı.
2020 yılında birgün İsfahan sokaklarında halka el sallayan başörtüsüz bisikletli bir kadın politik gündemin en tepesine oturdu. Kadın gözaltına alındıktan sonra dönemin valisi bu eylemi, “normları çiğnemek ve İslami başörtüsüne hakaret etmek” olarak nitelendirdi. Valinin kadının bisikletli olmasını suç saymaması bisikletlilerin yüreğine su serpmişti!
90’lı yıllar ile 2023 yılı arasında kadınlar açısından kıyaslanamayacak derecede fark olması, bisikletli kadın sayısının artması bu tartışmaların hızını kesmiş gibi görünse de hala kadınlar polisin stres çemberi ve fetvalar gölgesinde bisiklet sürüyorlar.
Ancak bir zamanlar politikada deprem etkisi yaratan başörtüsüz bisikletli kadın gibi yüzlercesi artık sokaklarda özgürlüğe pedal çeviriyorlar…